13 Temmuz 2010 Salı

Özet Bir Günün Özeti


Yatağa giriş saatim hava aydınlandıktan sonra oluyor genellikle.Geceleri oldum olası gündüzlere tercih etmişimdir.Yalnız 5-6 gibi uyuduğum, onbir gibi kalktığım için pek keyifli uyandığım söylenemez.Bazen o kadar ki "Bugün de kalktık, ne olacaksa." dediğim bile oluyor.Bir gayem de olmadığından neşeyle sıçrayamıyorum yataktan.Bu sabah normal uyandım.Kalktım, ekmeğin arasına domates, peynir koyup tvnin karşısında kahvaltımı yaptım.Sonra hemen balkona çıkıp Biz İnsanlar kitabımı bitirdim.Rus romanı okumayalı bayaa olmuştu.Yine bir solukta okunan kitaplardan.Bu sefer ki biraz farklı.Komünizmi övmek şöyle dursun, yeriyor.Devrim sonrasında burjuvaların çektiklerini, her sistemde insanın insan olduğunu anlatıyor.Kızıllar arasında da kendi çıkarını gözedenleri anlatıyor.Aşk da var işin içinde.Kitabın sonunda büyük aşk bitiyor, kahraman ölüyor.Mutlu bir sonu yok yani.Son sayfayı da okuduktan sonra kalkın ciltli kitabı bacaklarıma koyuyorum.Babam vermişti, onu düşünüyorum bir an.Sonra sayfaları hızlıca tıırrtt diye baştan sona gezdiriyorum.Oh mis gibi eski kitap kokusu.Eskiden olsa kesin gözyaşları içinde tamamlardım.Seviniyorum öyle olmadığına.İki sandalyeyi birleştirmişim, yatar pozisyona geçmişim.Babam "Kıçında çivi var bu kızın, dik oturamıyor, devriliyor hemen." der.Temmuz ortasında çoraplarımı çekmişim yine,şortum uzun, tam bir Arap Kadri gibi görünüyorum.Çoraplarımı azıcık sıyırıp lastik izlerinin bıraktığı yerle oynuyorum dalgın dalgın.Kalkıp saksıya ektiğimiz soğanlardan koparıp ağzıma atıyorum.
Ablamlara cdlerin yerleştirilmesi için yardım ediyorum.Kaan artık ayaklanmaya başladığından evde değişiklikler yapılıyor.Sehpanın köşelerine korumalar takılıyor.Kaan birini söküp ağzında geveliyor.Scognamillo'nun Dehşet Kapıları'nda Poe'nun Kabusları kısmını okuyorum.Alkol komasıyla sona eren kısacık bir yaşam, ardında onca güzel öykü ve şiir.Melih Cevdet Anday'ın nefis çevirisiyle Annabel Lee'yi ilk defa ilkokuldayken duymuştum.Elif'le bayılmıştık, tekrar tekrar okuyup ezberlemiştik.Şimdi Elif'le hiç bu tür şeyler yapmıyoruz.Poe 13 yaşında evlenmiş ve karısını kısa bir sürede kaybetmiş.Ona ithafen yazılmış çok güzel bir aşk şiiri.
Evde Süpürge falan yapacaklarından aldın Kaan'nı dolaşmaya çıktık.Arabasını sürerken üstten gördüğüm sadece bembeyaz bacaklar ve minicik ayaklardı.Kulağımda müziğim, hafif esen rüzgar, sallanan ayaklarıyla Kaan...Parka gittik.Hava hala sıcak olduğundan lojmanda kimsecikler yoktu etrafta.Ağaçların altında salıncağa bindik.Hızlandıkça hoşuna gidiyor, kahkahalar atıyordu.Ellerimle düşmesin diye göğsünden tutuyordum.Minicik kalbinin pıt pıt atışını duyuyordum.Küçücük, dünya tatlısı bişey yanımdaydı ve beraber çok iyi vakit geçiriyorduk.O dakikalarda yeryüzünde bulunan en mutlu, huzurlu insanlardan biri olabilirdim.Üstüne çimenlerde çıplak ayakla da yürüdük.Sonra benim belim ağrıdı eğilmekten.O kadar küçük ki ellerinden tutmak için L şeklini almak gerekiyor.Odama geçip müzik dinledim, Algı Kapılarına tekrar başladım.Sıkıldım yazmaktan, kısa keseceğim.Yarım bırakmayayım.Hayatımda hiç başladığım birşeyi yarım bırakmadım(ahahaha yalanımı yiyiim).
Kaan uyutulurken ben de kestireyim biraz dedim.O olmuş iki saat.Kalktım, bir süre evde paletlerle gezdim.Denizi özledik ailecek.No country For Old Men'e takıldık Atv'de.Atv'de iyi bir film yayınlandığına inanamadım.Yine karanlıkta bekleme sahnesinde acaip gerildim.Bilgisayarın başına oturup Facebook, gazete, twitter, kariyer net vb. dolanıp durdum.Yemekleri dolaba kaldırırken "hareketlerimizi hiç düşünmeden yapıyoruz, otomatik" diye düşündüm.Buzdolabının kapağı uzun bir süre açık öylece daldım gittim.Balkonda üşüdüm ama iyi geldi çıkmak.Kitap okurken nasıl anlayabildiğime, kafamda canlandırabildiğime, onu takriben bir sürü başka yere sürüklendiğime şaştım.Sonra güldüm kendi kendime.Yine üç yaş düşüncelerim ve ben.
Evde geçen sıradan bir yaz günü ve gecesi.Bakıyorum da, hayat bana cömert, sağolsun.
Arab Strab güzel bir grup, kulağımda o var.
Not:Fotoğraftaki bonsaim geçen sene öldü.Dört sene boyunca onu oradan oraya taşıdım.Bakması gerçekten çok zevkliydi.Budamak, konuşmak...Bi gün kendime ait bir evim olunca tekrar bakacağım.
İyi geceler

7 Temmuz 2010 Çarşamba

B.'den Kalan Çoraplar


Çok sevdiğim, bunu ona tam olarak belli edemediğim bir arkadaşım vardı.Tahmin ediyordu belki de.Ne zaman ve neden bağlarımız koptu artık hatırlayamıyorum bile.B.'yi daha lisedeyken tanımıştım.Aslında küçük olan İzmit'te ilginç gelirdi insanlara.Kıvırcık saçları ve dev favorileri neredeyse tüm yüzünü kaplardı.Bana ilginç gelen tipi değildi tabii ki.Ne kadar yakın olursak olalım o hep kapalı kutuydu.Hiçbir kızla görmemiştim.Okulla alakası yoktu.F. en yakın arkadaşıydı.İstanbul'a gitmek bizim için macerayken onlar sürekli giderlerdi.Okuldan kaçtığında defterini yola atardı tüm gün fazlalık olacak bu şimdi diye.Biz üniversiteye girdik, o össye girdi sürekli.Bir süre sonra onu da bıraktı.
İstanbul'da bir dönem ünlü bir ressamın (adını hatırlamıyorum ama kuşlarıyla ünlüydü) Cadde'deki ev gibi atölye gibi kullandığı bir yerde kalıyorduk.Adamın bundan haberi yoktu tabii.Sadece yeğeni orada kalıyor sanıyordu.Çok güzel günler geçiriyorduk.B.'de sık sık İzmit'ten gelip günlerce kalıyordu.B. sadece alkol almıyordu.Yakın, zengin bir arkadaşının doğum gününe gitmişti.Hediye ne almıştı hatırlamıyorum ama mütevazı birşeydi.Sabah "Nasıldı gece?" dediğimizde anlattı.Herkes çok artist, pahalı hediyeler almıştı.Kız anlamış bunun utandığını, aşırı tepki vermiş: "Ayy B. hayatımda aldığım en güzel hediyee" demiş iyi niyetinden.B.'nin bütün neşesi kaçmış."Çok sinirlendim; gittim bir köşeye, vurdum kendimi portakal suyuna" demişti, gülüşmüştük; bize de sinirlendi.Ağız dalaşına girmeye bayılırdı zaten, söylenip durdu.
B. belayı çeken adamlardandı.İzmit'ten yanımıza otostopla gelirdi.Her geliş macera.Gişelerde bir adam bırakmış bunu.O sırada polis pişmaniye satan adama bağırıp çağarıyor.B. de dalgın onları izliyor.Polis gelmiş:"Ne bakıyorsun lan!" diye buna ana avrat düz gitmiş.Jandarma gelip "Ne bağarıyorsun çocuğa" demiş, ilgilenmiş B. ile.Gaza gelmiş jandarma, nereye gideceğini sormuş.Bir yolcu otobüsünü durdurup bindirmesi yetmezmiş gibi şoföre de" Bu çocuk benim himayemde ona göre." falan demiş.
Otostop çektiği bir başka adam buna asılmaya başlamış.Anlamamış ilk önce.Sonra bakmış adam bacağını tutuyor ikide bir.Trafik sıkışınca inmiş sinirle arabadan.Bir tır şoförü ne olduğunu sormuş; bu da böyle böyle demiş.Adam levyeyi kapmış "Gösteririm ben o o çocuğuna" diyip aşağıya inmiş.B. dil dökmüş, değmez abi demiş de tırcı vazgeçmiş.Hep beraberken de B.'nin başına abuk sabuk olaylar geldiğinden "atıyor" demezdik asla.Yalan söylemezdi zaten.Pek.
Bir ara öğlenleri bu evden kayboluyordu.Dönünce hiç tanıştırmadığı sevgilisiyle olduğunu söylüyordu.Kız yine g.tünde etek giymiş, B.'yi uyuz etmişti.F.'yi epey zorladım gerçekte ne yapıyor diye.B. aslında namaza gidiyormuş o vakitler.
Evde yalnız olduğumuz bir gün," Nadoş ya anneme hediye almak istiyorum, Kadıköy'e gidelim mi?" dedi.Gittik, dolanıyoruz aylak aylak.Arka Oda'nın bahçesinde ben biramı, o meyve suyunu içtikten, kaplumbağalarla eğlendikten sonra tekrar sokaklara döndük.İşportada rengarenk diz hizasında çoraplar vardı."Anneme acaip yakışır bunlar" dedi.Üç çift seçtirdi bana, birini uzatıp "Al bu senin" dedi.Çorapları hala saklarım ama B. yok, kayboldu.Umarım başını belalara sokmamıştır.Umarım bir gün karşılaşırız.
Bu yazıyı yazarken Therapy?den Diane'i dinliyorum çünkü B. bu grubun gerçekten hastasıydı.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Do Re Mi Fa So Far So Good



Hayat gerçekten sürprizlerle dolu.Türkçe'de daha güzel bir karşılık bulamadığım için "bad luck" diyeceğim anlatacaklarım için.Mutlu bir çocuk.Dünya yıkılsa umrumda değil, yüzmek derdi.Bayılıyor suda olmaya.Bir gün havuzda atlıyor ve çıktığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.Kötü şans yakalıyor onu(bad luck dememe gerek yokmuş şimdi anladım).Derler ya -milyonda bir görülen- polio virüsü bir yanının kol ve bacağını felç ediyor.Travma böyle başlıyor.Özel bir okulda yaşadıkları, babasının gidişi...Ama o hayata küsmek yerine dalga geçmeyi seçiyor.Bahsettiğim kişi 70'lerin sıkı punkçılarında Ian Dury.
Bildiğim ünlü engellileri düşünmeye başlıyorum.En bilineni sanırım Stephen Hawking.Bu dahi bilimadamının tüm vücudu felçli.Saçma sapan duygusallıklarım olduğundan aklıma hemen karısının ona yaptıkları geliyor.Çıkıyorum bu durumdan ve bilimsel! makaleme geri dönüyorum.Bu arada siz de kosmosla ilgilenmeyi seviyorsanız 2010 yapımı "Into the Universe with Stephen Hawking"i izlemenizi tavsiye ederim.Sonraa...Henri de Toulouse-Lautrec var(tam olarak nasıl yazıldığına googledan baktım).Fransız soylularından.O kadar soylu ki Fransa'da Toulouse diye bir yer var, düşünün.Ama o bohem hayatını seçip Montmartre'ye yerleşiyor.Moulin Rouge afişlerini görünce anlarsınız kim olduğunu zaten.Başka??Başka??Başka da gelmiyor aklıma kimse.Neyse zaten istediğim bir film hakkında yazmak:
Sex&Drugs&Rock&Roll
Filmin künyesini buradan vermeyeceğim.İsteyen açar imdbyi, bakar.Ben Ian Dury ismini daha önce duymamıştım.Ya da farketmemiştim.Sadece Sex&Drugs&Rock&Roll şarkısına aşinalığım vardı.Güzel film yapmışlar.Böyle olmayacak imdbye bakmam lazım.Mat Whitecross'mış yönetmeni.A bu adam Road to Guantanamo'nun yönetmeniymiş.Bak neler öğreniyor insan.Güzel işler yapmış.Filmde şarkılarla hikayenin anlatıldığı kısımlar çok iyiydi.Koreografiyi kim yaptıysa tebrik etmek lazım.Tebrik ederim sayın koreograf.Ama asıl takdire şayan Andy Serkis'di.Ablamı da kutlamak lazım, filmim ikinci saniyesinde bu adam Gollum'u oynayan adam dedi.Bunu duyduktan sonra izlerken ara ara "harbiden lan, gerçekten o; benziyor da nasıl" dedim.İngilizler havasından mıdır suyundan mıdır oyunculukta dünya üzerinde bir numaralar bence.Shakespeare geleneğinin, tiyatronun asıl orada olgunlaşmasının hava ve sudan daha çok etkili olduğunu da pek tabii düşünebiliriz.Ne paçalarından "oyunculuk" akıyor ne de aşırı doğallar.İzlerken büyüleyebiliyorlar.Bu filmde de Andy Serkis benim için öyleydi.İzlerken gerçekten Ian Dury'miş gibi izliyorsun; bir yandan da adam olayı daha da görkemli hale getiriyor.Ben olsam Oscar'ı bu yıl ona verirdim.Ama zaten Oscar çok siktiri boktan olduğundan önemi yok.Gönlümüzün Oscarını aldı zaten.
Ian Dury yine kannımca çok da zeki biriymiş.Spasticus Autisticus diye bir şarkısı var.Dediğim gibi zeki biri, dalga geçmesini bilenlerden.Filmde Kubrick'in Spartacus'ünü sevdiğini görüyoruz.Şarkıda gönderme var.Bi de şey diyor çok sevdim:Do re mi fa so far so good.
Sex&drugs&rocknroll şarkısı gibi yaşamış.Zaten hissedilmeden yazılmış olsaydı bu kadar sevilmezdi.Diğer türler içinde geçerli ama asıl punkta müzik ve yaşamı ayıramazsın.Ruhuna aykırı bi kere.Tavsiye ederim(Filmi de punkı da).
Sex&Drugs&Rock&Roll,Sweet Gene Vincent,Blackmail Man,Wake Up and Make Love With Me ve Spasticus autisticus da bazı şarkıları.trailerı:http://www.dailymotion.com/video/xd6fmt_sex-drugs-rock-roll-trailer-in-uk-c_shortfilms
Son olarak filmde Andy(arkadaş olduk) tip olarak Lou Reed'e çok benziyordu bence.Denise çook güzeldi.Kendisinin de finalde dediği gibi magnificent!E biterken bi daha Spasticus Autisticus dinleyelim bakalım.
Ben buralardayım, görüşürüz

24 Haziran 2010 Perşembe

I Know It's Over


Gün geçtikçe annem ve babamı daha çok sevmeye başlıyorum.Ama tuhaftır ki gün geçtikçe iletişimim daha azalıyor onlarla.Özellikle babamı daha sık aramayı, uzun uzun konuşmayı istiyorum.Biraz derinleşince konu, ben saçma sapan hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum.Ergenliğe yeni girmişim gibi görünüyorum.Böyle görünmemek, onları üzmemek için de uzak duruyorum.Ağlama sebebinin temelinde bi bok olamamak yatıyor.İşin kötüsü ben hiçbir zaman bir bok olmak istemedim.Ama onlar benim için o kadar önemliler ki onların karşısında bu yüzden utanç duyuyorum.Onları üzüyor olmak beni derinden yaralıyor.
Gece gece yine arabeskleşmeye başladım.Bunda az önce dinlediğim şarkının da payı var.Smiths'in bence zaten böyle bir havası var.I Know It's Over'da en damar (arabesk olacağız ya) parçalarından biri.Sözleri şu an beni etkiliyor.Hemen havaya giriyorum.Ben de melankolik olmaya ne kadar hasretmişim meğer.Varolmamış bişey üzerinden içlenmek tam da bana göre.Kendini beğenmişlik de var gizliden."If you're so funny
Then why are you on your own tonight ?
And if you're so clever
Then why are you on your own tonight ?
If you're so very entertaining
Then why are you on your own tonight ?
If you're so very good-looking
Why do you sleep alone tonight ?
Sanki benim için yazılmış:P Neyse ki bu sıkıcı ruh halimden sıyrılabilip yine yavşak Nadoş'a dönüşebiliyorum.İki saniye sonra hoop yine düşünceli.A-aa delirmiş iyice.Neyse şarkıyı gerçekten seviyorum.Zeki Müren de söyleseydi keşke vakt-i zamanında.
Biterken hard disk yanımda olmadığından Radyo Eksen çalıyordu.
Anne ve babanızı sevin.Ya da sevmek zorunda değilsiniz tabii.Tanımam etmem kendilerini.Ama kendi adıma konuşayımon numara ailem var.
Siktir Git kendini çok sevdirmeden.Ohh hiç küfür edemeyeceğm sandım.Tuna Kiremitçi'nin Allah belasını versin.Ya da vermesin.Korkarım bela okumaktan.Verse mi acaba???

Grooveshark Widgets - Music Playlists for Your MySpace & Blog

Grooveshark Widgets - Music Playlists for Your MySpace & Blog

22 Haziran 2010 Salı

Kız Tarafı

Kurnazlık yapıp başta dağıttıkları kekimi saatler geçip midem guruldamaya başladıktam sonra yediğim için çok mutluydum.Saatlerdir otobüste şişmiştim.off poffları bırakıp kekimin üzümünü çiğnerken camdan dışarı bakıyordum.Kendimi çok iyi hissediyordum.Onu düşünüyordum.Planlar yapmaya başladım.Pazartesi herkesi işe gönderdikten sonra Kuruçeşme Parkına gidecek, ona da "hadi gelsene" diye mesaj atacaktım.Süslemek gerekiyordu mesajı önce.Lakin son konuşmamız pek iyi geçmemişti.İçip içip onu aramıştım.Ödemeli aramamı kabul ettiği için sesini duyabilmiştim.Bu sefer alkolün etkisinden ve başımdaki keman ve darbukacı yüzünden "alo" diyince heyecanlanmamıştım.Ne konuştuğumuz benim için tam bir muamma.Tek hatırladığım dönüp dönüp "sen onu bunu bırahh da Eskişehir'e niye gelmedin laayynn"cümlemdi.Sabah arkadaşım "ben olsam seni bi daha asla görmek istemezdim" dedi."abi n'olur anlatma, gücüm yok" diyip evlerinden ayrıldım.Piknik fikrimi canlı tutan ise benim salaklığım ve kendini kaybetmişliğim oldu.Kekin üstüne hemen suyumu içersem yolun devamı benim için işkenceye dönüşür mü diye düşündükten sonra planıma geri döndüm.Parka bir gibi gitsem, azıcık demlensem...Yaz ortasında güneşte çarpılmam umarım.Mesaj cesaretim için epey içmem gerekir.Artık bu son umudum.Buna da gelmezse hayatımdan tamamen çıkarakacağım onu.1,5 lt.lik su şişesinin içine basarım votkayı.Rakı olsa daha iyi aslında ama bakarız.Güzel bir örtü, sepet, 2 cam kadeh ve soğuk şarabım olsaydı aslında daha şık olurdu ama bunlar gerçek beni yansıtmayacağından girmek istemem.Orada takılan abilere " Nber abi, afiyet olsun" diyip şarap kadehimi mi kaldıracağım serçe parmağımla birlikte.Belki Elifler'den bitmiş artist bir içki şişesine doldururum nevalemi.Umarım cesaret içişi orada sızmamla ya da birileriyle" haydee sağlımıza"yla sonlanmaz.Gözümü kararttım,çağıracağım.gelirse karşılıklı çimlere, elimizi yanağımıza dayayıp sohbet ederiz.Kİm bilir belki öpüşürüz bile.
bu planı gerçekleştiremedim.nedeni bende saklı.sertaç ortaç şarkı sözü gibi oldu.sebebi bende saklı.yazarım onu da bi ara.bu yazı biterken Kuruçeşme'de yağmur sesi ve sabah ezanı dinleniyordu.hayırlı gecedler.

17 Haziran 2010 Perşembe

my sweet little poo

Evde değil balkonda sigara içibildiğim için sigaramı tellendirmeye çıkmadan önce küçük bir hazırlık yapmam gerekiyor.Herşey güzel gitsin istiyorum.Psikolojik olarak kakam geliyor.Tam sigarayı paketinden çıkarıyorum "ya aniden kakam gelirse ve iki fırt sonra söndürmem gerekirse" diyorum.Ağzımda yanmamış sigaramla beş dakika klozette öylece oturuyorum.Eski manitalar en çok bu zamanlarda aklıma geliyor.Şimdi havalar da güzelleşti.Balkon bir eziyet değil keyif.Çıkıyorum, eğilip gökyüzüne bakıyorum.Ne kaka ne de manita kalıyor aklımda."Azına s.çiim" değil "Ko g.tüne" diyorum.
Bunu yazarken bbc radio 3 dinleniyor

4 Nisan 2010 Pazar

ben, ne yazık ki Nadoş'um


31 Mayıs Pazartesi akşamı Bob Dylan'ı dünya gözüyle izleme imkanı bulacağım.Bu aralar bilen, bilmeyen, dinleyen, dinlemeyen birçok kişi bu konserden bahsediyor.Bob Dylan benim için gerçekten "yaşayan efsane" derler ya öyle birisi.O kadar ki çok yaşlı olmamasına rağmen o tarihe kadar ya ölürse, ya izleyemezsem onu sahnede diye saçma korkular yaşıyorum.
Bob Dylan'ın bazı şiirleri yurtdışında derslerde bile okutuluyormuş.Gerçek bir ozan.Size bir örneğini vermek istiyorum.Seven Curses adlı parçasının sözlerini bir okuyun.Onun sesinden dinlediğinizde etkisi daha da artıyor.7 lanet gerçekten duyduğum en korkunç beddualardan.

Seven Curses
Old Reilly stole a stallion
But they caught him and they brought him back
And they laid him down on the jailhouse ground
With an iron chain around his neck

Old Reilly’s daughter got a message
That her father was goin’ to hang
She rode by night and came by morning
With gold and silver in her hand

When the judge he saw Reilly’s daughter
His old eyes deepened in his head
Sayin’, “Gold will never free your father
The price, my dear, is you instead”

“Oh I’m as good as dead,” cried Reilly
“It’s only you that he does crave
And my skin will surely crawl if he touches you at all
Get on your horse and ride away”

“Oh father you will surely die
If I don’t take the chance to try
And pay the price and not take your advice
For that reason I will have to stay”

The gallows shadows shook the evening
In the night a hound dog bayed
In the night the grounds were groanin’
In the night the price was paid

The next mornin’ she had awoken
To know that the judge had never spoken
She saw that hangin’ branch a-bendin’
She saw her father’s body broken

These be seven curses on a judge so cruel:
That one doctor will not save him
That two healers will not heal him
That three eyes will not see him

That four ears will not hear him
That five walls will not hide him
That six diggers will not bury him
And that seven deaths shall never kill him
***
Bitmeyen bir beddua.Ölüp huzura ermesine bile izin yok.Mezarcılar onu gömemeyecek, ölümler onu asla öldürmeyecek.
Sonsuzluk kelimesi duyduğum anda bile derin bir soluk almama neden olur.Sıkıntı verir.Borges'in Kum Kitabını okuduğumda da aynı şeyi hissetmiştim.
“Kitabının adının kum kitabı olduğunu söyledi bana, çünkü kitabın da kumun da ne başı var ne sonu.” J.J.B.
Böyle bir cümleyi okuduktan sonra uzunca bir süre tereddüt ettim okuyup okumamakta.Şimdi bu satırları yazarken "ulan aslında ben de ne tırsak biriymişim de haberim yokmuş." diyorum.Ama daha sonra okudum.Borges'le tanışmam böyle bir korkuyla başladı ama sonra hayranı oldum.Kum Kitabı'ndan alıntılar yaparak noktalayayım.

Zaman beni sürükleyen bir nehir,ama nehir benim;
Beni parçalayan bir kaplan,ama kaplan benim.
Beni tüketen bir ateş,ama ateş benim.
Evren,ne yazık ki,gerçek;
Ben,ne yazık ki,Borges’im
***
Yıllar boyu insanoğlu bir boşluğu imgelerle, illerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar.
***
Ölümden az önce farketmemeniz dileğiyle esenlikler dilerim.Büyüklerin ellerini yalar, küçüklerin gözlerinden öperim(abla gibi)

30 Mart 2010 Salı

daha da bişey demem.demeden duramam da...



Umarım bu fotoya zoom yapabiliyorsunuzdur.çok konuşmamalıyız, hep diyorum

Hane-i Tamir



Otto Santral'de ne için düzenlendiğini bilmediğim (sonradan öğrendim, bir düğünmüş) kokteylde bir kadeh şarabımı içtikten sonra Tamirhane'de devam etme kararı aldım.Sevgili günlük sana buradan sesleniyorum.Arkadaşımı beklerken yine yalnız dışarıda olmanın keyfini çıkarıyorum.Şımartayım Nadoş'u biraz dedim ve güzel bir Şili syrah şarabı ısmarladım ona.İnce giyindiği için üşüyor ama gittikçe daha iyi hissediyor kendini.Cafe Del Mar tarzı sıkıcı müzikler çalıyor; bacak bacak üstüne atmış, ayaklarını sallıyor Nadoş.Canı sigara içmek istiyor."Hadi çıkıp tellendirelim bi tane" diyorum, çıkıyoruz.
Yan masadaki kızın yanına arkadaşı gelince "Öpüşmeyi ne kadar çok seviyoruz."diyor Nadoş.Birbirlerine "Naabeerr"diyip öpüştüler."Allah bilir yarım saat önce görmüştür bunlar birbirlerini.Neden tekrar öpüşüyorlar ki?""Beteri beteri var Nadoşum.Fransız firmasında çalışan bir arkadaşım anlatmıştı, her sabah işe geldiklerinde tüm ofis öpüşüyormuş birbiriyle."Gülümseyip kadehinden bir yudum daha alıyor.Onu gülümsetenin anlattığım değil şarabın tadı olduğunu hissediyorum.
Çok konuşmuyoruz.Duvardaki bir afişe bakıyoruz.Bir sürü birşey yazıyor ama gözlerimiz seçemiyor.Sadece kocaman kırmızı puntolarla "Sendika" yazdığını okuyabiliyoruz.İkimizde özel bir üniversitenin kampüsünde bulunan, çok da ucuz olmayan bir yerde bu afişin olmasını hiç inandırıcı bulmuyoruz.Belki de yanılıyoruzdur.Umarız yanılıyoruzdur.Sen isimli "Sen Dika" diye birinin sergisinden bahsediyordur afiş belki de.Ya da "hey sen, Dika bana bak" anlamında kullanılmıştır.
Yerden bir duman yükselmeye başlıyor.Ağır ağır...Müziğe ayak uydurarak.Yan masada oturan kızlardan biri hırkasını çıkarıyor.Askılı bodysiyle kalıyor.Onun yanındaki masada oturan kırklı yaşlarındaki adam gömleğinin düğmelerini açıyor ve beyaz fanilasıyla kalıyor.Ortam çok sıcak değil aslında.Duman gittikçe yükselmeye başlıyor.Bodysiyle oturan kızın arkadaşı yavaş yavaş sandalyesinden kalkıyor.İki elini salına salına başının yanlarına koyuyor.Gözleri kapalı dans etmeye başlıyor.En uçta tek başına oturan keçi sakallı, beyaz saçlı adam dans ederek kızın yanına geliyor.Arkadan kızın beline sarıyor kollarını, dans etmeye devam ediyorlar.Kız yavaşça dönüyor; artık yüz yüze dans ediyorlar.Nadoş'un gözleri kapalı, elleri masanın üzerinde parmaklarıyla ritim tutuyor.Başını iki yana sallayarak müziğe eşlik ediyor.Müzik hızlı değil ama dans ettiriyor.Barda duran çocuk önlüğünü çıkarıp barın üzerinde dans etmeye başlıyor.Fanilasıyla kalan adam bara yaklaşıyor, aşağıdan dans ederek ona bakıyor.Cure'dan Spiderman çalıyor şimdi.Röfleli, uzun sarı saçlı, dar jean giymiş güzel kız elleri duvarda kalçalarını sallayarak dans ediyor.Garson kız Mısır dansı yaparak masaların arasında dolanıyor.Uzun, kıvırcık saçlı diğer garson çocuk bardan üç tane portakal alıp havada çevirmeye başlıyor.Saat 20.17'de ortamdaki herkes dans ediyor.Duman tavana kadar çıkmış durumda.Kapıdan içeriye öğrenci olduğu belli olan bir çocuk giriyor.Garsonlar işlerine dönüyor, müşteriler masalarına oturuyor.Kırklı yaşlarındaki adam gömleğinin düğmelerini ilikliyor, kız hırkasını üzerine geçiriyor.Dumandan eser kalmıyor Tamirhane'de.
****
Sadece benim kafamda duman kalıyor.Arkadaşımı beklerken 26 martta yazdığım bir yazı.Bu olay ve kişiler %100 gerçektir.Benim kafamda.İnanmazsanız Nadoş'a sorun:)
Bunu yazarken Spacemen 3-Losing Touch with My Mind dinliyordum ki pek hoş, pek tatlı, peki peki anladık bir şarkıdır kendisi.

23 Şubat 2010 Salı

Cansever Bresson'u da, Godspeed You Black Emperor'ı da


Evde şu anda mevcut olan tek içki rakı çay bardağına konuldu.Mutfakta suyunu koyarken biricik yiğenin yürütecine takınıldı.Hafifçe gülümsedim."isn't it ironic, don't u see?" tutturdum hafiften.Bresson'un son filmi L'argent'i izledim bu akşam.O kadar kaptırmışım ki film bittiğinde daha kafadan 2 saati daha vardır bu filmin diyordum.İzlerken Rus romanından fırlamış bir senaryo dedim.Kurgu, karakterler, havası tıpkı Dostosevski gibiydi.Bittikten sonra künyesine baktığımda yazarının Leo Tolstoy olduğunu gördüm.Kömünizmin sanata büyük katkısı olduğunu bir kere daha gördüm.
Sonra cnbc-e'de Gossip Girl'ü koyup fona bilgisayarın başına geçtim.Gossip Girl'e gözüm takılırken bu ne yaman çelişki dedim.Kült bir filmden sonra teenage bir dizi.Merhaba hayatımın özeti.Tanıdığım insanlar gibi.Bir sürü farklı insan.Bir odaya koysam belki de 1 saat içinde birbirlerini öldürmeye başlayacak tipler.
Dizi de bittikten sonra müziğe geçiş.Kulaklıkla müzik dinlemeyi oldum olası sevmişimdir.Lisedeyken Matrix'in Soundtrackini almıştım.Odamda ışığı kapatıp kaseti walkmene koyup son ses dinlemeye bayılırdım.Leave You Far Behind - Lunatic Calm'ı dinlerken tırsmaya başlardım.Aiva walkmenden sonra Panasonic discmanim oldu üniversitede.mp3 de çalabildiği için çok mutluydum.Okula giderken 45 dakika boyunca müziğim yanımdaydı, daha ne isterdim ki.Derken Creative mp3 player, minicik, harika.Tam 250 mb.Derken ipod shuffle 1 gb ile girdi hayatıma.ipod touch 16 gb derken şimdi ipod nano 4 gb gani gani yetiyor.Demek istediğim o ki teknoloji ne kadar ilerledi.Tv konusunda daha geri kafalıyım ama.blueray falan güzel de projeksiyonla perdeden izlemek gibisi yok benim için.Bu arada aslında teknoloji, özellikle de bilgisayar benden 1000 ışık yılı uzaklıkta(hadi abartmayayım 100 olsun).Ama http://www.nikkor2d2.com/
adresinde görebileceğiniz minnoşa tam anlamıyla bayıldım!Alayım dedim(yalan) baktım 3000 euro.İstesem de alamıyormuşum zaten.
Kavrulmuş fındıkla rakımı içerken Edip Cansever geliyor aklıma.Şiirden pek hazetmeyen ben Edip Cansever'i çok seviyorum.Kitaplığa yönelip alıyorum kitabını elime.Sizinle de paylaşıyorum dizelerini.Onun ağzından soruyorum:
Ağıt-
Gün bitti.Saat kaç.Bitecek mi bir gün savaşımız
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
***
Çay bardağımı şerefinize kaldırıp diyorum ki: arkadaşlar hakedilmiş hüzünler kazanmaya bakın!
Bunları yazarken dinlediğim son şarkı:Godspeed You Black Emperor-Moya
p.s:Mehmet Öz'e sormak istiyorum; çok çişe gitmek iyi midir, kötü mü?Erkek olsam prostat var diyeceğim ama...
öpüldünüz

22 Şubat 2010 Pazartesi

deneme1-2


Blogun adını ilk önce "DeneMemeler" koyacaktım.Kızsal bir anlamı da olacaktı böylece.Kızsal derken inceden bir dalga geçme de var tabii.Kızsal şeyleri çoğunlukla boksal buluyorum.Sonra gözümün önüne köyde babamın kütüphanesinden bir görüntü geldi.Ferhan Şensoy yıllar önce bu ismi kullanmıştı, üstelik güzel memeleri de yoktu.
Birçok şeyi düşündüğüm halde denemeye bile üşendiğim için "Denemeyenler" olsun dedim adı.Benim gibi olan binlerce üşengece ithafen...Sonra gözümün önüne Dost Kitabevi geldi.Rafta Metüst'ün Denemeyenler'i bana sırıtıyordu.Çok sevdiğim bir abimiz olduğundan kızmadım, kızamadım ona.Küçükken Duvar Yazıları'nı dönüp dönüp okurdum.Kendisinin Türkiye'nin Woody Allen'ı olarak görüyorum.Daha fazla Metüst'ü övmeden katıldığım bir cümlesini de paylaşayım son olarak:''uzun zamandır hayata, bir sempatizan olarak katılıyorum artık.. kendi kendimin kötü bir tasarısıyım..''
Bazı İngilizce kelime ya da cümleler Türkçe'den çok daha iyi anlamını veriyor."I'm confused!"Bu yazıyı yazan 13 değil 29 yaşında biri."Ulan bu yaşta hala ne kafa karışıklığı?" demeyin.ya da deyin çok da s.kimdeydi afedersiniz.Ülkenin bulunduğu durumdan dolayı mecburen politikayla ilgilenmeye başlıyorsun.Taraf'da,Zaman'da,Sabah da okuyup; Cnn, Habertürk vs. yanında Ülke tv, Mehtap tv de izlemeye başlıyorsun.Bu arada Mehtap tv'de Pazartesi akşamları 21'de Akıl Defteri programında Türkiye'nin önde gelen Demokrat Kalemleri Prof. Dr. Mehmet Altan, Prof. Dr. Eser Karakaş ve Dr. Şahin Alpay Türkiye ve Dünya gündemini entelektüel ve ironik bir dille değerlendiriyor.Önyargılarımızdan sıyrılıp izlenesi bir program.
I'm confused ulan'ın bir başka nedeni 29 yaşında hala aşk konusunda dikiş tutturamamış olmamdır.Bir yandan çapkınlıktan sıkılmak, bir yandan uzun bir ilişkiden tırsmak.Yaşanılan, duyulan onca şeyden sonra geriye kalan bıkkınlık hali...Birkaç "keşke ona öyle demeseydim, öyle davranmasaydım".Çıkmadık candan ümit kesilmez.
I'm confused ulan; iş konusu.en uzun çalıştığım yer 1 sene.5 sene bi sürü iş yeri ve alanı.Prodüksiyondan, müşteri temsilciliğine; oyuncu koçu asistanlığından kukla tiyatrosuna...Ev hanımlığı, geyşalık, psikopatlık...Bi sürü alakasız işler.
I'm confused ulan ki kendinle kaldığında düşündüklerin.
Girişi kapatmayalım beyler!daha sonra yazacak bi sürü şey var zaten.Sıkmayalım.
bugünün şarkı önerisi:Wesley Willis -Rock and Roll McDonalds
sor bi kendine:am I ?
şimdilik ciao canlarım ciğerlerim.