4 Mayıs 2011 Çarşamba

sis



Gri gök-yüzü. Gri iç-yüzü. Her yerini saran yalnızlık korkusu. Korktukça koyulaşan grilik. Söylenen, verilen sözler. İnanma ihtiyacı. Her seferinde daha çok inanma isteği, her seferinde daha çok kandırman kendini. Ne çabuk büyümüş, ergenliğine gelmiş yalnızlığın. Eskisi kadar sevmiyorsun onu. Evden ayrılsın artık istiyorsun. Hatta ölsün, gebersin, siktirsin gitsin diyorsun. Ama hep yanında olan sadece o. Artık kim olduğunu bilmiyorsun. Asla sonlanmayan planlar yapıyorsun. Yalnızlığın olgunlaştıkça sen küçülüyorsun. Saçma bir rekabet aranızda. Onu alt edeceğim diye iyice küçülüyorsun. Neler neler söylüyorsun başkalarına. Günün sonunda sen utanmış, o kazanmış karşılıklı oturuyorsunuz. Şimdi o ebebeyn, sen çocuk olmuşsun.
Bu yazıyı yazarken The Assassination oF Jesse James'in soundtracki azıma sıçıyordu. İyi günler.

13 Temmuz 2010 Salı

Özet Bir Günün Özeti


Yatağa giriş saatim hava aydınlandıktan sonra oluyor genellikle.Geceleri oldum olası gündüzlere tercih etmişimdir.Yalnız 5-6 gibi uyuduğum, onbir gibi kalktığım için pek keyifli uyandığım söylenemez.Bazen o kadar ki "Bugün de kalktık, ne olacaksa." dediğim bile oluyor.Bir gayem de olmadığından neşeyle sıçrayamıyorum yataktan.Bu sabah normal uyandım.Kalktım, ekmeğin arasına domates, peynir koyup tvnin karşısında kahvaltımı yaptım.Sonra hemen balkona çıkıp Biz İnsanlar kitabımı bitirdim.Rus romanı okumayalı bayaa olmuştu.Yine bir solukta okunan kitaplardan.Bu sefer ki biraz farklı.Komünizmi övmek şöyle dursun, yeriyor.Devrim sonrasında burjuvaların çektiklerini, her sistemde insanın insan olduğunu anlatıyor.Kızıllar arasında da kendi çıkarını gözedenleri anlatıyor.Aşk da var işin içinde.Kitabın sonunda büyük aşk bitiyor, kahraman ölüyor.Mutlu bir sonu yok yani.Son sayfayı da okuduktan sonra kalkın ciltli kitabı bacaklarıma koyuyorum.Babam vermişti, onu düşünüyorum bir an.Sonra sayfaları hızlıca tıırrtt diye baştan sona gezdiriyorum.Oh mis gibi eski kitap kokusu.Eskiden olsa kesin gözyaşları içinde tamamlardım.Seviniyorum öyle olmadığına.İki sandalyeyi birleştirmişim, yatar pozisyona geçmişim.Babam "Kıçında çivi var bu kızın, dik oturamıyor, devriliyor hemen." der.Temmuz ortasında çoraplarımı çekmişim yine,şortum uzun, tam bir Arap Kadri gibi görünüyorum.Çoraplarımı azıcık sıyırıp lastik izlerinin bıraktığı yerle oynuyorum dalgın dalgın.Kalkıp saksıya ektiğimiz soğanlardan koparıp ağzıma atıyorum.
Ablamlara cdlerin yerleştirilmesi için yardım ediyorum.Kaan artık ayaklanmaya başladığından evde değişiklikler yapılıyor.Sehpanın köşelerine korumalar takılıyor.Kaan birini söküp ağzında geveliyor.Scognamillo'nun Dehşet Kapıları'nda Poe'nun Kabusları kısmını okuyorum.Alkol komasıyla sona eren kısacık bir yaşam, ardında onca güzel öykü ve şiir.Melih Cevdet Anday'ın nefis çevirisiyle Annabel Lee'yi ilk defa ilkokuldayken duymuştum.Elif'le bayılmıştık, tekrar tekrar okuyup ezberlemiştik.Şimdi Elif'le hiç bu tür şeyler yapmıyoruz.Poe 13 yaşında evlenmiş ve karısını kısa bir sürede kaybetmiş.Ona ithafen yazılmış çok güzel bir aşk şiiri.
Evde Süpürge falan yapacaklarından aldın Kaan'nı dolaşmaya çıktık.Arabasını sürerken üstten gördüğüm sadece bembeyaz bacaklar ve minicik ayaklardı.Kulağımda müziğim, hafif esen rüzgar, sallanan ayaklarıyla Kaan...Parka gittik.Hava hala sıcak olduğundan lojmanda kimsecikler yoktu etrafta.Ağaçların altında salıncağa bindik.Hızlandıkça hoşuna gidiyor, kahkahalar atıyordu.Ellerimle düşmesin diye göğsünden tutuyordum.Minicik kalbinin pıt pıt atışını duyuyordum.Küçücük, dünya tatlısı bişey yanımdaydı ve beraber çok iyi vakit geçiriyorduk.O dakikalarda yeryüzünde bulunan en mutlu, huzurlu insanlardan biri olabilirdim.Üstüne çimenlerde çıplak ayakla da yürüdük.Sonra benim belim ağrıdı eğilmekten.O kadar küçük ki ellerinden tutmak için L şeklini almak gerekiyor.Odama geçip müzik dinledim, Algı Kapılarına tekrar başladım.Sıkıldım yazmaktan, kısa keseceğim.Yarım bırakmayayım.Hayatımda hiç başladığım birşeyi yarım bırakmadım(ahahaha yalanımı yiyiim).
Kaan uyutulurken ben de kestireyim biraz dedim.O olmuş iki saat.Kalktım, bir süre evde paletlerle gezdim.Denizi özledik ailecek.No country For Old Men'e takıldık Atv'de.Atv'de iyi bir film yayınlandığına inanamadım.Yine karanlıkta bekleme sahnesinde acaip gerildim.Bilgisayarın başına oturup Facebook, gazete, twitter, kariyer net vb. dolanıp durdum.Yemekleri dolaba kaldırırken "hareketlerimizi hiç düşünmeden yapıyoruz, otomatik" diye düşündüm.Buzdolabının kapağı uzun bir süre açık öylece daldım gittim.Balkonda üşüdüm ama iyi geldi çıkmak.Kitap okurken nasıl anlayabildiğime, kafamda canlandırabildiğime, onu takriben bir sürü başka yere sürüklendiğime şaştım.Sonra güldüm kendi kendime.Yine üç yaş düşüncelerim ve ben.
Evde geçen sıradan bir yaz günü ve gecesi.Bakıyorum da, hayat bana cömert, sağolsun.
Arab Strab güzel bir grup, kulağımda o var.
Not:Fotoğraftaki bonsaim geçen sene öldü.Dört sene boyunca onu oradan oraya taşıdım.Bakması gerçekten çok zevkliydi.Budamak, konuşmak...Bi gün kendime ait bir evim olunca tekrar bakacağım.
İyi geceler

7 Temmuz 2010 Çarşamba

B.'den Kalan Çoraplar


Çok sevdiğim, bunu ona tam olarak belli edemediğim bir arkadaşım vardı.Tahmin ediyordu belki de.Ne zaman ve neden bağlarımız koptu artık hatırlayamıyorum bile.B.'yi daha lisedeyken tanımıştım.Aslında küçük olan İzmit'te ilginç gelirdi insanlara.Kıvırcık saçları ve dev favorileri neredeyse tüm yüzünü kaplardı.Bana ilginç gelen tipi değildi tabii ki.Ne kadar yakın olursak olalım o hep kapalı kutuydu.Hiçbir kızla görmemiştim.Okulla alakası yoktu.F. en yakın arkadaşıydı.İstanbul'a gitmek bizim için macerayken onlar sürekli giderlerdi.Okuldan kaçtığında defterini yola atardı tüm gün fazlalık olacak bu şimdi diye.Biz üniversiteye girdik, o össye girdi sürekli.Bir süre sonra onu da bıraktı.
İstanbul'da bir dönem ünlü bir ressamın (adını hatırlamıyorum ama kuşlarıyla ünlüydü) Cadde'deki ev gibi atölye gibi kullandığı bir yerde kalıyorduk.Adamın bundan haberi yoktu tabii.Sadece yeğeni orada kalıyor sanıyordu.Çok güzel günler geçiriyorduk.B.'de sık sık İzmit'ten gelip günlerce kalıyordu.B. sadece alkol almıyordu.Yakın, zengin bir arkadaşının doğum gününe gitmişti.Hediye ne almıştı hatırlamıyorum ama mütevazı birşeydi.Sabah "Nasıldı gece?" dediğimizde anlattı.Herkes çok artist, pahalı hediyeler almıştı.Kız anlamış bunun utandığını, aşırı tepki vermiş: "Ayy B. hayatımda aldığım en güzel hediyee" demiş iyi niyetinden.B.'nin bütün neşesi kaçmış."Çok sinirlendim; gittim bir köşeye, vurdum kendimi portakal suyuna" demişti, gülüşmüştük; bize de sinirlendi.Ağız dalaşına girmeye bayılırdı zaten, söylenip durdu.
B. belayı çeken adamlardandı.İzmit'ten yanımıza otostopla gelirdi.Her geliş macera.Gişelerde bir adam bırakmış bunu.O sırada polis pişmaniye satan adama bağırıp çağarıyor.B. de dalgın onları izliyor.Polis gelmiş:"Ne bakıyorsun lan!" diye buna ana avrat düz gitmiş.Jandarma gelip "Ne bağarıyorsun çocuğa" demiş, ilgilenmiş B. ile.Gaza gelmiş jandarma, nereye gideceğini sormuş.Bir yolcu otobüsünü durdurup bindirmesi yetmezmiş gibi şoföre de" Bu çocuk benim himayemde ona göre." falan demiş.
Otostop çektiği bir başka adam buna asılmaya başlamış.Anlamamış ilk önce.Sonra bakmış adam bacağını tutuyor ikide bir.Trafik sıkışınca inmiş sinirle arabadan.Bir tır şoförü ne olduğunu sormuş; bu da böyle böyle demiş.Adam levyeyi kapmış "Gösteririm ben o o çocuğuna" diyip aşağıya inmiş.B. dil dökmüş, değmez abi demiş de tırcı vazgeçmiş.Hep beraberken de B.'nin başına abuk sabuk olaylar geldiğinden "atıyor" demezdik asla.Yalan söylemezdi zaten.Pek.
Bir ara öğlenleri bu evden kayboluyordu.Dönünce hiç tanıştırmadığı sevgilisiyle olduğunu söylüyordu.Kız yine g.tünde etek giymiş, B.'yi uyuz etmişti.F.'yi epey zorladım gerçekte ne yapıyor diye.B. aslında namaza gidiyormuş o vakitler.
Evde yalnız olduğumuz bir gün," Nadoş ya anneme hediye almak istiyorum, Kadıköy'e gidelim mi?" dedi.Gittik, dolanıyoruz aylak aylak.Arka Oda'nın bahçesinde ben biramı, o meyve suyunu içtikten, kaplumbağalarla eğlendikten sonra tekrar sokaklara döndük.İşportada rengarenk diz hizasında çoraplar vardı."Anneme acaip yakışır bunlar" dedi.Üç çift seçtirdi bana, birini uzatıp "Al bu senin" dedi.Çorapları hala saklarım ama B. yok, kayboldu.Umarım başını belalara sokmamıştır.Umarım bir gün karşılaşırız.
Bu yazıyı yazarken Therapy?den Diane'i dinliyorum çünkü B. bu grubun gerçekten hastasıydı.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Do Re Mi Fa So Far So Good



Hayat gerçekten sürprizlerle dolu.Türkçe'de daha güzel bir karşılık bulamadığım için "bad luck" diyeceğim anlatacaklarım için.Mutlu bir çocuk.Dünya yıkılsa umrumda değil, yüzmek derdi.Bayılıyor suda olmaya.Bir gün havuzda atlıyor ve çıktığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.Kötü şans yakalıyor onu(bad luck dememe gerek yokmuş şimdi anladım).Derler ya -milyonda bir görülen- polio virüsü bir yanının kol ve bacağını felç ediyor.Travma böyle başlıyor.Özel bir okulda yaşadıkları, babasının gidişi...Ama o hayata küsmek yerine dalga geçmeyi seçiyor.Bahsettiğim kişi 70'lerin sıkı punkçılarında Ian Dury.
Bildiğim ünlü engellileri düşünmeye başlıyorum.En bilineni sanırım Stephen Hawking.Bu dahi bilimadamının tüm vücudu felçli.Saçma sapan duygusallıklarım olduğundan aklıma hemen karısının ona yaptıkları geliyor.Çıkıyorum bu durumdan ve bilimsel! makaleme geri dönüyorum.Bu arada siz de kosmosla ilgilenmeyi seviyorsanız 2010 yapımı "Into the Universe with Stephen Hawking"i izlemenizi tavsiye ederim.Sonraa...Henri de Toulouse-Lautrec var(tam olarak nasıl yazıldığına googledan baktım).Fransız soylularından.O kadar soylu ki Fransa'da Toulouse diye bir yer var, düşünün.Ama o bohem hayatını seçip Montmartre'ye yerleşiyor.Moulin Rouge afişlerini görünce anlarsınız kim olduğunu zaten.Başka??Başka??Başka da gelmiyor aklıma kimse.Neyse zaten istediğim bir film hakkında yazmak:
Sex&Drugs&Rock&Roll
Filmin künyesini buradan vermeyeceğim.İsteyen açar imdbyi, bakar.Ben Ian Dury ismini daha önce duymamıştım.Ya da farketmemiştim.Sadece Sex&Drugs&Rock&Roll şarkısına aşinalığım vardı.Güzel film yapmışlar.Böyle olmayacak imdbye bakmam lazım.Mat Whitecross'mış yönetmeni.A bu adam Road to Guantanamo'nun yönetmeniymiş.Bak neler öğreniyor insan.Güzel işler yapmış.Filmde şarkılarla hikayenin anlatıldığı kısımlar çok iyiydi.Koreografiyi kim yaptıysa tebrik etmek lazım.Tebrik ederim sayın koreograf.Ama asıl takdire şayan Andy Serkis'di.Ablamı da kutlamak lazım, filmim ikinci saniyesinde bu adam Gollum'u oynayan adam dedi.Bunu duyduktan sonra izlerken ara ara "harbiden lan, gerçekten o; benziyor da nasıl" dedim.İngilizler havasından mıdır suyundan mıdır oyunculukta dünya üzerinde bir numaralar bence.Shakespeare geleneğinin, tiyatronun asıl orada olgunlaşmasının hava ve sudan daha çok etkili olduğunu da pek tabii düşünebiliriz.Ne paçalarından "oyunculuk" akıyor ne de aşırı doğallar.İzlerken büyüleyebiliyorlar.Bu filmde de Andy Serkis benim için öyleydi.İzlerken gerçekten Ian Dury'miş gibi izliyorsun; bir yandan da adam olayı daha da görkemli hale getiriyor.Ben olsam Oscar'ı bu yıl ona verirdim.Ama zaten Oscar çok siktiri boktan olduğundan önemi yok.Gönlümüzün Oscarını aldı zaten.
Ian Dury yine kannımca çok da zeki biriymiş.Spasticus Autisticus diye bir şarkısı var.Dediğim gibi zeki biri, dalga geçmesini bilenlerden.Filmde Kubrick'in Spartacus'ünü sevdiğini görüyoruz.Şarkıda gönderme var.Bi de şey diyor çok sevdim:Do re mi fa so far so good.
Sex&drugs&rocknroll şarkısı gibi yaşamış.Zaten hissedilmeden yazılmış olsaydı bu kadar sevilmezdi.Diğer türler içinde geçerli ama asıl punkta müzik ve yaşamı ayıramazsın.Ruhuna aykırı bi kere.Tavsiye ederim(Filmi de punkı da).
Sex&Drugs&Rock&Roll,Sweet Gene Vincent,Blackmail Man,Wake Up and Make Love With Me ve Spasticus autisticus da bazı şarkıları.trailerı:http://www.dailymotion.com/video/xd6fmt_sex-drugs-rock-roll-trailer-in-uk-c_shortfilms
Son olarak filmde Andy(arkadaş olduk) tip olarak Lou Reed'e çok benziyordu bence.Denise çook güzeldi.Kendisinin de finalde dediği gibi magnificent!E biterken bi daha Spasticus Autisticus dinleyelim bakalım.
Ben buralardayım, görüşürüz

24 Haziran 2010 Perşembe

I Know It's Over


Gün geçtikçe annem ve babamı daha çok sevmeye başlıyorum.Ama tuhaftır ki gün geçtikçe iletişimim daha azalıyor onlarla.Özellikle babamı daha sık aramayı, uzun uzun konuşmayı istiyorum.Biraz derinleşince konu, ben saçma sapan hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum.Ergenliğe yeni girmişim gibi görünüyorum.Böyle görünmemek, onları üzmemek için de uzak duruyorum.Ağlama sebebinin temelinde bi bok olamamak yatıyor.İşin kötüsü ben hiçbir zaman bir bok olmak istemedim.Ama onlar benim için o kadar önemliler ki onların karşısında bu yüzden utanç duyuyorum.Onları üzüyor olmak beni derinden yaralıyor.
Gece gece yine arabeskleşmeye başladım.Bunda az önce dinlediğim şarkının da payı var.Smiths'in bence zaten böyle bir havası var.I Know It's Over'da en damar (arabesk olacağız ya) parçalarından biri.Sözleri şu an beni etkiliyor.Hemen havaya giriyorum.Ben de melankolik olmaya ne kadar hasretmişim meğer.Varolmamış bişey üzerinden içlenmek tam da bana göre.Kendini beğenmişlik de var gizliden."If you're so funny
Then why are you on your own tonight ?
And if you're so clever
Then why are you on your own tonight ?
If you're so very entertaining
Then why are you on your own tonight ?
If you're so very good-looking
Why do you sleep alone tonight ?
Sanki benim için yazılmış:P Neyse ki bu sıkıcı ruh halimden sıyrılabilip yine yavşak Nadoş'a dönüşebiliyorum.İki saniye sonra hoop yine düşünceli.A-aa delirmiş iyice.Neyse şarkıyı gerçekten seviyorum.Zeki Müren de söyleseydi keşke vakt-i zamanında.
Biterken hard disk yanımda olmadığından Radyo Eksen çalıyordu.
Anne ve babanızı sevin.Ya da sevmek zorunda değilsiniz tabii.Tanımam etmem kendilerini.Ama kendi adıma konuşayımon numara ailem var.
Siktir Git kendini çok sevdirmeden.Ohh hiç küfür edemeyeceğm sandım.Tuna Kiremitçi'nin Allah belasını versin.Ya da vermesin.Korkarım bela okumaktan.Verse mi acaba???

Grooveshark Widgets - Music Playlists for Your MySpace & Blog

Grooveshark Widgets - Music Playlists for Your MySpace & Blog

22 Haziran 2010 Salı

Kız Tarafı

Kurnazlık yapıp başta dağıttıkları kekimi saatler geçip midem guruldamaya başladıktam sonra yediğim için çok mutluydum.Saatlerdir otobüste şişmiştim.off poffları bırakıp kekimin üzümünü çiğnerken camdan dışarı bakıyordum.Kendimi çok iyi hissediyordum.Onu düşünüyordum.Planlar yapmaya başladım.Pazartesi herkesi işe gönderdikten sonra Kuruçeşme Parkına gidecek, ona da "hadi gelsene" diye mesaj atacaktım.Süslemek gerekiyordu mesajı önce.Lakin son konuşmamız pek iyi geçmemişti.İçip içip onu aramıştım.Ödemeli aramamı kabul ettiği için sesini duyabilmiştim.Bu sefer alkolün etkisinden ve başımdaki keman ve darbukacı yüzünden "alo" diyince heyecanlanmamıştım.Ne konuştuğumuz benim için tam bir muamma.Tek hatırladığım dönüp dönüp "sen onu bunu bırahh da Eskişehir'e niye gelmedin laayynn"cümlemdi.Sabah arkadaşım "ben olsam seni bi daha asla görmek istemezdim" dedi."abi n'olur anlatma, gücüm yok" diyip evlerinden ayrıldım.Piknik fikrimi canlı tutan ise benim salaklığım ve kendini kaybetmişliğim oldu.Kekin üstüne hemen suyumu içersem yolun devamı benim için işkenceye dönüşür mü diye düşündükten sonra planıma geri döndüm.Parka bir gibi gitsem, azıcık demlensem...Yaz ortasında güneşte çarpılmam umarım.Mesaj cesaretim için epey içmem gerekir.Artık bu son umudum.Buna da gelmezse hayatımdan tamamen çıkarakacağım onu.1,5 lt.lik su şişesinin içine basarım votkayı.Rakı olsa daha iyi aslında ama bakarız.Güzel bir örtü, sepet, 2 cam kadeh ve soğuk şarabım olsaydı aslında daha şık olurdu ama bunlar gerçek beni yansıtmayacağından girmek istemem.Orada takılan abilere " Nber abi, afiyet olsun" diyip şarap kadehimi mi kaldıracağım serçe parmağımla birlikte.Belki Elifler'den bitmiş artist bir içki şişesine doldururum nevalemi.Umarım cesaret içişi orada sızmamla ya da birileriyle" haydee sağlımıza"yla sonlanmaz.Gözümü kararttım,çağıracağım.gelirse karşılıklı çimlere, elimizi yanağımıza dayayıp sohbet ederiz.Kİm bilir belki öpüşürüz bile.
bu planı gerçekleştiremedim.nedeni bende saklı.sertaç ortaç şarkı sözü gibi oldu.sebebi bende saklı.yazarım onu da bi ara.bu yazı biterken Kuruçeşme'de yağmur sesi ve sabah ezanı dinleniyordu.hayırlı gecedler.